top of page

Final okulları dergisi için

MONTESSORİ PEDAGOJİSİNİN GÜNCELLİĞİ

 

Montessori pedagojisi gelişmeye başladığı 1907 yılından itibaren zaman zaman unutulmuş sonra adeta yeniden keşfedilmiştir. Unutuluş dönemleri araştırıldığında bunların savaş öncesi ve savaş dönemlerine denk geldiğini yeniden keşfedilme dönemlerinin de savaş sonrasına denk geldiğini görürüz.

 

Çünkü savaşlar en çok kadınları, çocukları ve sıradan insanları etkilemektedir. Savaş sonrası insanların zihnindeki ve ruhlarındaki travmalar ancak günlük yaşamın yeniden düzenlenmesiyle aşılabilmektedir.

Maria Montessori daha 1930'lu yıllarda yeryüzünde savaşların ancak eğitim sayesinde önlenebileceğini söylemiştir. Ümit ettiği gibi eğitim savaşları önleyememiştir ama çocuklarla yaptığı gözlemlere dayalı keşifleri eğitim dünyasını ve pek çok çocuğun yaşamını olumlu etkilemiştir.

 

 Eğer bugün çocuklar okullarda kendi boylarına uygun sandalyelerde oturup, uygun yükseklikte masalarda çalışıyorlarsa, açık dolaplarda kullanacakları malzemeyi görerek ilgileri ve anlık çalışma istekleri doğuyorsa bunların Dr. Montessori'nin eğitim dünyasına katkıları olduğunu unutmamak gerekir.

 

Maria Montessori yaşamı boyunca iki dünya savaşına ve bir atom bombasına tanık oldu. Daha o zamanlarda teknolojik gelişmelerin sonucu üretilen silahların doğaya ve insana ne kadar zarar verdiğini anlamıştır. Ve insanoğlunu üzerinde yaşadıkları dünyanın sonunu kendi elleriyle getirecekleri konusunda uyarmıştır. Bu gün o uyarıların ne kadar isabetli olduğunu görüyoruz. Mavi gezegenimiz dört buçuk milyar yıldır sürdürdüğü alışkanlıklarını değiştiriyor. Kasırgalar, mevsim değişiklikleri, seller, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi…. Türlerin çeşitliliği azalıyor, bazı türler yok oluyor, tohumların genetiği bir kere ürün verecek şekilde değiştiriliyor.

 

Bunlar Montessori eğitiminin temel düşüncelerindendir. Bugün Montessori eğitimini uygulayan kurumlar bunun ne kadar farkındalar? Eğitim programlarında çocukların bu konulara olan hassasiyetlerini gerçekten geliştiriyor muyuz?

 

Dr. Montessori antropoloji, deneysel psikoloji, pedagoji ve tıp alanındaki bilgilerini, çocuklarla yaptığı gözlemlerle bütünleştirerek çocuğun gelişimine uyan yöntemi için malzemeler geliştirmiş ve bunların sonucunda önemli başarılar elde etmiştir.

 

Bu alanda diğer çağdaşı reformcular gibi düşüncelerini teoriye dayalı ve özellikle okul çocuğunu göz önünde bulundurarak geliştirmemiş, yaş, sosyo- kültürel durum ve dini dünya görüşünden bağımsız olarak tüm insanlığı göz önüne alan, antropolojik ve eğitimin teorik düşüncelerin ötesinde uygulamayla ilgili pratik ipuçları, somut metot ve aktif olarak faaliyete geçirilebilecek, bağımsız olarak öğrenmeyi mümkün kılacak unsurları içeren bir yöntem geliştirmiştir.

 

Maria Montessori'nin çocuk gelişimi konusundaki saptamaları günümüzde genetik ve beyinle ilgili araştırmalarla da kanıtlanmıştır. İnsanla ilgili bilim dalları Montessori konseptinin önemli kısımlarını somutlaştırdı. Genetik araştırmalar; örneğin “yapı planı” konusunda her bireyin gelişiminin öznesel bir programı olduğunu kanıtlamıştır. Bu da genetik parmak izi olarak ifade ediliyor. Günümüzde  doğumda getirilmiş olan genetik potansiyel ve insanları farklı kılan bireysel özellikler hakkında eskiye oranla daha çok şey bilmekteyiz. Her insan güç ve imkanlar konusundaki potansiyelleri ile bir depodur ve bireysel olarak geliştirilmesi mümkündür.

Montessori çocuğu “insanın mimarı” olarak görmekte ve çocuğun yaratıcı, kendini inşa etme gücü olduğunu düşünmektedir. O “çocuğu zihinsel bir embriyo” olarak niteler ve bu embriyonun çevresindeki zihinsel ve maddi dayanaklarla geliştiğini söylemektedir. Çocuk ağzıyla bunu pedagojisinin temelini oluşturan “kendim yapmam için bana yardım et” cümlesiyle açıklamaktadır. Böylece çocuğun gelişmesi için önemli olan insan-çevre etkileşmesini vurgulamıştır.  Montessori’ye göre gelişim sadece çocuk tarafından yönlendirilen son derece yaratıcı bir süreçtir ve çocuk bunu ancak çevresi ile etkileşim sonucu başarmaktadır.

 

Montessori'ye göre doğa insanı başlangıcından itibaren tümüyle randıman verebilecek bir beyinle değil daha ziyade yüksek derecede esnekliği (plastisitesi) olan ve deneyime muhtaç olan bir beyin ile donatmıştır.

İnsanın genetik potansiyelleri ancak zaman açısından sınırlanmış olan duyarlı evreler sayesinde tümüyle kullanılabilir hale gelmektedir. Bunun ön koşulu olarak gereken çevre faktörleri bu verimli süreçte engellenmeden ve tam gelişim ihtiyaçlarına göre var olmalıdır.

 

Dr.Montessori yüksek beyin fonksiyonlarının ve tüm kişiliğinin inşa ve genişletme süreçlerinin devamlı olarak aktifleştirilmeleri gerektiğini söylemiştir. Belirli sinir hücrelerinin birbirine bağlanması için duyarlı evreler sürecinde çevreden gelen bilgiler tarafından aktifleştirilmeleri gerekmektedir. Bu aktifleştirme gerçekleşmezse sinir hücreleri birleşmeyerek gelişim tamamlanmamaktadır. Maria Montessori’ye göre buna benzer oluşum insanın tüm diğer kişilik gelişmesinde de gerçekleşmektedir.

 

Böylece Montessori’nin gelişim teorisinde çelişki olarak görünenler günümüz olanaklarıyla bir şekilde çözümlenmiştir: İnsanın gelişim potansiyeli doğa tarafından tamamlanmamış ama son derece esnek bir şekilde gelişmeye uygun olarak donatılmıştır. Aktifleştirilmeye ve belirli süreçlerde olgunlaşma ve bazı fonksiyonların en uygun çalışmaları, ilgilerin, yeteneklerin optimal gelişmeleri deneyime bağlı aktifleştirilmeye muhtaçtır. Farklı duyarlı evreler için hangi çevre şartlarının en uygun olduğu kesin olarak tespit edilemez. Her çocuğun bireysel eğilimleri, tercihleri, ilgi alanları ve yetenekleri olduğundan ve onlar bireysel bir şekilde duyarlı evrelerde ortaya çıktıklarından çocuklara ona göre teklif sunmak için tek yol gözlemlemektir.(1)

 

Eğitim düşüncesi tarihinde duyuların eğitimi en başından beri önemsenmiştir. Duyular ve hareket zihnin araçlarıdır. Zihin onların sayesinde kendisini ifade edebiliyor. Onların sayesinde gelişiyor. Bu nedenle Montessori gözlem ve denemelerle özel materyaller geliştirmiştir. Materyaller duyu ve motoriği geliştirecek ve hassaslaştıracaktır. Onların sayesinde de anlamak, idrak etmek ve algılamak desteklenecektir.

“Benlik kendi zekasını duyusal güçler aracılığıyla inşa eder” diyor M.Montessori: Bir hareketi sadece bedenin fonksiyonu olarak düşünmek hatadır. Hareket “ bilincin gelişmesi için kaçınılmaz bir faktördür. Soyut düşünceler bile gerçeklerle temasta bulunup gelişir ve gerçekler sadece hareketler sayesinde algılanabilir. Mekan ve zaman gibi en soyut düşünceler zihni dış dünyaya temasta bulunduran hareketler sayesinde oluşturur.(2)

 

Zihin ile hareketin birbirine bağlı olması en kesin haliyle irade konusunda belli olmaktadır. Vücudun vegetatif fonksiyonları sinir sistemine bağlı ise hareketin fonksiyonları dolaysız olarak iradeye bağlıdır. “ Hareket, iradenin gereken tüm kasları etkilemesi sonucu kendini oluşturur.”(2) Dolayısıyla iradenin alıştırmalara ve mükemmelleşmeye ihtiyacı vardır çünkü kaslar serbestçe ve çabuk bir şekilde kullanılmazsa irade kendini ortaya koyamayacaktır ve düşünceler aktarılamayacaktır.

 

Ruhsal ve zihinsel hayata birlikte bakmak önemlidir. Çünkü ancak zihin, ruh ve beden birlikte faaliyette olursa yani Pestalozzi’nin ifade ettiği gibi zihin, beden ve kalp birlikte faaliyette bulunursa insan gelişebilmektedir.

Gelişim psikolojisinin yeni yazınlarında “duyarlı evreler” kavramına giderek daha sık rastlanmaya başlanmıştır. Söz konusu olan süreçler çocukların belirli bilgileri öğrenmeye karşı özel bir ilgi, öğrenme hevesi ve yetenek gösterdikleri dönemlerdir. Maria Montessori bu kavramı biyolojiden almış ve çocuk gelişiminde kanıtlar bulmuştur. O, bu olguyu şöyle tanımlamaktadır: Duyarlı evreler fenomeni “canlıların çocukluk çağındaki gelişiminde özel duyarlılıklar olarak ortaya çıkar. Geçici süreçlerdir ve sadece o canlı varlığa belirli yetenekler kazandırmak için yararlıdır. Bu olay gerçekleştiğinde söz konusu olan hassasiyet geçer. Bu şekilde her duyarlılığın özelliği, sınırlı bir süreç içinde bir içtepi sayesinde gelişir.”(1)

 

Bu süreçlerin ard arda gelmesi belirli kurallara bağlıdır. Bir çocuğun içinde olan kıpırtılar ve hazır olması için imkanlar engellendiğinde belirli yetenekleri doğal bir şekilde edinme fırsatını ebediyen kaçıracaktır. Burada vurgulanan " doğal "şekil önemlidir. Çünkü zamanla her şey telafi edilir ama duyarlı evreler esnasında olduğu kadar kolaylıkla, heyecanlı ve mükemmel bir şekilde olamaz. Bundan dolayı daha sonra öğrenmeye uğraştığımız bir çok şey büyük zahmet, güçlük ve irade kullanılarak gerçekleşecektir, çünkü en iyi zaman süreci kaçırılmıştır. (3)

 

Söz konusu olan yetenekler duyarlı evrelerde edinildikten sonra onlara karşı önceki heyecan azalır, başka duyarlılıklar ortaya çıkar ve çocuk bu şekilde bir keşiften ötekine koşar.

Bu şekilde çocuğun içinde olan duyarlılıklar çocuğun çevresinin çeşitliliği içinden o andaki gelişmesi için en avantajlı olanı belirleyecektir. Çocuğun muayyen nesneleri veya olayları ilginç bularak ve bunlara karşı açık olup diğerlerine karşı ilgi göstermemesinin nedeni bu duyarlılıklardır. Çocuğun ihtiyaçları tatmin edildiğinde sonuç onun dengeli ve mutlu gelişmesi şeklinde ortaya çıkar.

Maria Montessori duyarlılık evrelerinin çocuğun ruhunda bir duyarlılık alevlendiğinde sadece onu geliştirecek şeyleri aydınlatıp diğerlerini karanlıkta bırakan bir ışın demetine benzetir. Çocuğun algılama dünyası aniden bu aydınlanmış olan bölgeyle sınırlanmaktadır.(2)

 

Montessori 0 - 6 yaşlarında çocukların sahip oldukları -emici zihin- özel öğrenme yeteneği olgusunun da dikkate alınması gerekir. Montessori bundan “ imtiyazlı zihin şekli” olarak söz eder ve bu yetişkinin öğrenme yeteneğinden oldukça farklıdır. Bunun nasıl işlediğinin en iyi örneği çocuğun dili öğrenmesinde ortaya çıkmaktadır. Çocuk henüz zihnini inşa ederken dili kelime haznesi ya da gramer kurallarını öğrenerek elde etmez. Daha ziyade dili bütünsel bir şekilde, Maria Montessori’nin deyimiyle “bütünüyle” asimile eder. Bunu yaparken sözdizimi, anlambilim gibi dilbilgisi  kurallarını ayırt etmemektedir. İki üç yaşındayken bile çocuk dil dersi almaksızın anadiline neredeyse mükemmel bir şekilde hakimdir.

 

Dil için geçerli olan benzer şekilde kültürün başka bölümleri için de geçerlidir. Montessori bir çok denemelerden sonra çocukların aralarında hiç fark olmaksızın kültürü de emebildiklerinden emindir. İki,üç - altı yaşlar arasındaki çocukların sadece okuma ve yazmayı değil daha farklı şeyleri matematiği, bitkiler, hayvanlar, coğrafya hakkındaki bilgileri de aynı şekilde kolaylıkla ve çaba harcamadan öğrendiklerini gözlemlediğini söylemektedir. Çocuk bilinç altında kültürü elde ettiğinde aynı zamanda da kişiliğini inşa ederken çevresini emerek gelişmektedir.

 

Aşağı yukarı dört yaşından itibaren zihnin bilinçsiz olarak emici faaliyeti bilinçli aktiviteler tarafından tamamlanmaktadır. Emicilik tamamen yok olmaz sadece ayrıcalıklı karakterini kaybetmektedir. Çocuk artık bilinçli olarak hareket etmeye ve dünyayı fethetmeye başlar.

Montessori pedagojisinin odak noktasında çocuk; bir birey ve bütün olarak bulunur. Bu onun kendisini diğer faktörlerin etkisi olmadan mükemmel olarak geliştirebileceğini kabul etmektir. 

Dr. Montessori , çok küçük çocukların bile bir şeye derin konsantrasyon gösterme yeteneği olduğunu ve böylece önemli deneyimlerine bu şekilde sahip olduklarını keşfetti. Dolayısıyla konsantrasyon ona göre iç büyüme için en büyük önemi taşıyan unsurdur.

 

Bu konsantrasyonu Montessori  meditatif içine dönmekten ayırt etmek üzere “polarizasyon” diye adlandırmıştır. Anlam olarak özgürce seçilmiş bir çalışmayı odaklanmış bir şekilde, yorulmaksızın, enerji, zihinsel yetenekleri ve iradeyi yükselten bir çalışma ile bütünleştirmektir. Çocuk çalıştığı konuyu esaslı bir şekilde tetkik etmektedir, sadece öylesine         “meşgul"  olmamaktadır. Çok ciddi bir şekilde “çalışmak” tır. Bunun oluşması ne dışarıdan emrederek ne de yapay bir şekilde gerçekleştirilemez. (4)

 

Yani "Dikkatin polarizasyonu"   ile çocuk  yaşadığı çevredeki nesneler ve olaylarla başa çıkmayı, onları anlamayı ve düzenlemeyi öğrenerek düşünmenin temellerini atmaktadır.

Dr. Montessori antropoloji, deneysel psikoloji, pedagoji ve tıp alanındaki bilgilerini, çocuklarla yaptığı gözlemlerde keşiflerini bütünleştirerek kendi geliştirdiği yöntem için malzemeler sağlamış ve bunların sonucunda önemli başarılar elde etmiştir.

Çocuğun çalışması Montessori pedagojisinde merkezi bir rol almaktadır. Maria Montessori çocukların günlük yaşam becerileri veya matematik gibi materyallerle yoğun faaliyetlerinin “çalışma” anlamına geldiğini saptamıştır. Çalışmalarda hep bedensel  faaliyet ile duygusal, sosyal ve bilişsel öğrenme süreçleri ben-dünya birleşmektedir.

 

Yetişkinin çalışması ile çocuğun çalışması farklı olgular taşır. Yetişkinin çalışması irade, randıman ve sonuç elde etmeye yöneliktir. Çocuk "çalıştığında" herhangi bir hedefe ulaşmak söz konusu olmayıp onun hedefi çalışmanın kendisidir. Çocuğun çalışması için tipik olan asgari zaman ve asgari güç kullanmak ya da çalışmanın sonucunda ulaşılacak bir ödül beklememesidir. Çocuğun içinden gelen bir dürtü onun bağımsız olarak faaliyette bulunmasını ve kendine özgü yolları ve imkanları denemesini sağlayarak disiplin ve iç düzeni gelişmektedir. Çalışma isteği içten gelen bir hevesle onu harekete geçiriyor. Bu süreç için en iyi ön koşul çalışmanın bağımsız veya özgür bir şekilde seçilmesidir. Böyle bir çalışma ancak insanın en içten gelen bir dürtüsü ile gerçekleşmektedir. Çocuk önemli ve zor olan bir ödevi başarmak zorundadır: "İnsanı oluşturma görevi”. Yetişkinin görevi çocuğu bu çalışmasında destekleyerek, bu görevi kolaylaştırmaktır. (4)

 

Böylece "Hazırlanan Çevre" çocuğa yeni bir şeyler öğrenmek için teşvikler sağlayarak hassas dönemlerdeki potansiyeli en iyi şekilde kullanılabilirken ayrıca günlük şeyleri araştırmak için olanak sağlar. Hazırlanmış çevre çocuğun tüm duyularını geliştirme fırsatı bulduğu yerdir. Hazırlanmış çevre çocuğa günlük yaşamında sorumluluk ve dikkat gerektiren bir konuyla başa çıkmasını öğretir. Bu durumda çocuğa, özgürce gelişmesi için onun etkinliğine uyarlanmış, kendisinin  efendisi olacağı bir çevre yaratmak yetişkinin temel görevlerindendir.  

Duyarlı dönemlerde belirli bazı becerilerin edinimi ancak ona hazırlanan ortamda; çalışacağı materyali kendi başına arayıp karar verdiğinde, yalnız başına ya da bir arkadaşı ile çalışmaya ve bu arkadaşı kendisi belirlediğinde, çalışmanın süresine ve yerine kendisinin belirlemesi için özgürlük verildiğinde etkilenebilir.

Dr.Montessori özgürlüğü asla gelişi güzel bir serbestlik anlamında düşünmemiştir. "Özgürlük" bireyin her istediğini yapması değil, asıl kendi efendisi olmasıdır. Bu birey ve grubun düzenli çalışmalarını sağlamak için davranış kurallarına uymayı içerir. Hazırlanan ortamda özgürlük kabul edilen bağları ve sınırlamaları oluşturan bir özgürlüktür. Bu bir yandan eğitim aracı, diğer yandan da eğitimin amacıdır. Günlük yaşam alıştırmalarını mantıklı seçmek hem kendi gelişim ihtiyaçlarına saygılı hem de başkalarının ihtiyaçları ve haklarının da olduğuna karar vermesi, özgürlüğü sorumluluk duygusuyla benimsemeyi sağlamaktadır.(5)

 

Montessori'nin eğitimciden beklentileri oldukça fazladır: uzmanlık ve kişilik yönünden örnek ve otorite olmak, düzen sağlamak, malzemeyi korumak ve işler halde çocuk için hazır tutmak, çocuğa eşyaların kullanımını pedagojik olarak uygun biçimde ve tam olarak göstermek ve özellikle çocuğu yalnızca bireyselliği ile sevmemek, aynı zamanda ona saygı da duymak. Bunlar somut olarak şu anlama gelmektedir: eğitimci, bir çocuğa bir malzemenin kullanımını gösterdiyse ve çocuk bununla çalışıyorsa, onun yaptıklarına saygı duymak zorundadır, müdahale etmemelidir ve tam olarak konsantre olabilmesi için çocuğun herhangi biçimde rahatsız edilmesini de engellemek zorundadır. Bir uğraşın aktif olarak gösterilmesini her zaman eğitimci aktivitesinin geriye çekilmesi izlemektedir. Eğitimci, çocuğun kendi kendine çalışması ve onu yetişkinden bağımsızlaştırma ilkesine göre sessiz ve düzenli gözlemekle yetinmelidir. Bütün bu anlatılanların ışığı altında eğitimin en önemli görevi çocuğun kişiliğini oluşturmasını desteklemektir. Bizim ebeveynlerimiz ve öğretmenlerimiz çocuğun hatalarını aramıyor ve onları düzeltmeye kalkmıyor, derinde büyüyen kişiliği arıyor ve sağlıklı biçimde gelişmesi için ona yardımcı oluyorlar.(5)

 

Emel Çakıroğlu Wilbrandt

 

Montessori Eğitimcisi

 

(1) Das gemeinsame Schulkonzept, der Schulen im Montessori Landesverband Bayern 2005

(2) Montessori,M Kinder Sind Anders,1997

(3)Montessori,M Das Kreative Kind, 1984

(4)Barbara Stein und Fachgruppe „Theorie“ der Dozentenkonferenz der deutschen Montessori- Vereinigung e.V., Stand 2003)

(5)Maria Montessori, 1934, pedagojimin temelleri

 

Hürriyet

06/04/2014

Bu öğe“Baba, ben bazı soruların cevaplarını kafamın içinden buluyorum.” Bu üç yıldır bir Montessori sınıfına devam eden 6 yaşında Tuna’nın ifadesi. Üç yıldır ona “kendisi yapması için yardım” eden bir sistemde yetişmiş. Onun için hazırlanmış çevrede kendi gelişim ihtiyaçlarını planlayıp, doyuma ulaşıncaya kadar çalışması kesintiye uğratılmamış. Çalışmaya odaklandığında saygı gösterilmiş. Başarıları için övgü beklememiş, ödül beklememiş. Montessori sınıfına başladıktan birkaç ay sonra birlikte oynarken en sevdiği arabayı seçen babasına “eh napalım, önce sen seçtin” diyebilmiş bir çocuk.

 

Uzun boylu bir ziyaretçi, çocukla konuşmak istiyor. Çocuk onu, “Sizi bu yükseklikten duyamıyorum, biraz eğilir misiniz?” diye uyarabiliyor.

 

Kendi planladığı bir çalışmaya dalmış çocuk. Kağıt kesiyor, ikiye bölüyor. Kestiği yeri uygun bulmayarak yapışkan bantla yapıştırıyor. Kağıdı yırtıp atmayarak onu kullanılır hale getiriyor. Kağıtları ortalarından da bantlayarak bir defter oluşturuyor. Onu izleyen öğretmenini gördüğünde, “Kendime bir dünya atlası yapıyorum” diye açıklıyor. “Ama şimdilik sana ihtiyacım yok, olursa söylerim.” Bir süre sonra, “Şimdi bana yardım edebilirsiniz, bu kalıbı çizemiyorum” diye yardım istiyor.

 

Bu gözlemleri, konuşmaları bir Montessori sınıfında her an duyabilirsiniz. “Bana yardım edin” der çocuklar. Bu yardım çağrısı gerçektir. Çocuk ihtiyaç duyuncaya kadar kendi başına başarmak için uğraşır.

 

Buna benzer gözlemleri Maria Montessori’nin yazılarında okuduk yıllarca. Onun ilk açtığı çocuk evinde okumayı yazmayı kimden öğrendiği sorulan bir çocuğun verdiği yanıta ne kadar da benziyor, bizim çocuklarla yaşadıklarımız. “Kimse öğretmedi, ben kendim öğrendim” oluyor, o çocuğun da 100 yıl önceki yanıtı.

 

Gerçek bir Montessori uygulamasında yöntemin dokunmadığı, olumlu yönde değiştirmediği, kişilik gelişimini desteklemediği çocuk göremezsiniz. Her çocuk ona zaman ve imkan verildiğinde kendi başına yapabilir, başarabilir.

 

Her çocuk farklı çalışır, birlikte yaşar

 

Sistemde ödül de yoktur ceza da. Özgürlük başkalarının sınırlarına kadardır. Kurallar anlaşılabilir ve uygulanabilir ölçüdedir. Her çocuk farklı bir şeyle çalışır ama birlikte yaşar. Farklı yaş gruplarından çocuklar evde sahip olamadıkları ablalara, ağabeylere kardeşlere böylece sahip olurlar.

 

Çocuk öğrenme ve büyüme güdüsüyle doğar, çevre ile başa çıkmak için mücadele eder, uyarıcı bir çevrede ona anlayışla eşlik eden bir yetişkinle yaşadığında gelişmesinden büyük bir mutluluk duyar. Eğitim süreci aslında bir öz eğitim sürecidir. “İşimi kendim yapmam için bana yardım et”, cümlesi Montessori pedagojisinin sloganı oldu. Yetişkinin görevi çocuğun kendi gücüyle büyümesi ve oluşum süreçlerini ilerletebilmesi için ihtiyacı olan koşulları oluşturmak.

 

Materyaller onun felsefesinin yerini aldı

 

Maria Montessori çocuk gelişiminin evrenselliğinden söz ederken aynı zamanda öğrenmenin bireyselliğini vurguluyor. Bu öğrenme çocuğun günlük hayatla başa çıkmak için anlık bir çalışma sonucunda oluyor. Çocukları gerçeklerle tanıştıranın basit ve pratik olması gerektiğine inanıyor ve bunun kıymetli olduğunu söylüyor.

 

“Basit ve pratik olanlar, günlük hayatın kendisidir” der. Bu nedenle çocuklar onların boyutlarına uygun mutfaklarda kendi bulaşıklarını yıkar, kendi meyvelerini hazırlarlar. Bundan inanılmaz gurur duyarlar. Çocuğun çevresi gerçek yaşamdan nesnelerle donatılmıştır. Çünkü çocuk, öncelikli olarak günlük gereksinmelerinin üstesinden gelip, yetişkinden bağımsızlaşmak için çevresini bütünüyle emer (absorbe eder).

 

Son yıllarda ülkemizde Montessori eğitimi adeta yeni keşfediliyor. Montessori’nin İlk Türkçe çevirisinin 1928 yılında yapıldığı, Halide Edip Adıvar’ın otobiyografisinde sözünü ettiği, Atatürk’ün araştırılması gereken eğitim düşünürleri arasında dikkat çektiği bir eğitim felsefesi olmasına, dünyanın hemen tüm ülkelerinde 100 yılı aşkın bir süredir uygulanmasına karşın Montessori uygulamalarının bugünlere kalmasının nedeni ya da bu günlerdeki yoğun ilgi merak konusu. Adeta yeni keşfedilmiş bir altın madeni gibi insanlar okullarına Montessori sınıfları ekliyorlar. Sayısız projeler yapılıyor, materyaller getirtiliyor. Materyaller adeta onun felsefesinin yerini almış durumda.

 

Maria Montessori eğitim felsefesini geliştirdiği ilk yıllarda henüz tamamlayamadığı modelinin uygulamalarının hızlı yaygınlaşması karşısında eserinin yozlaşmasını önlemek amacıyla Montessori derneğini kurdu ve tüm denetim yetkilerini derneğe verdi.

 

İngiltere’de de başlangıcından itibaren Montessori hareketinin etkisi hızlı oldu. 1930’lu yıllarda Tımes Educational Supplement bunu şöyle özetliyor: “Ancak onun kitaplarının bir satırını bile okumamış olan yuva eğitimcileri mekanları Montessori’ye göre donatarak, materyalleri kopyalayarak onun eserinin felsefi değerini kavramamış kurumların oluşmasına neden olmuşlardır.”

 

Temelinde barış ve çevre eğitimi var

 

Montessori’nin idealleri önemli kişiler tarafından desteklendi. Bertrand Russel üç yaşındaki oğlunu bir Montessori okuluna yolladı, “hızlı bir şekilde nasıl daha disiplinli” bir hale geldiğini gözlemledi. Metot onu etkiledi. Ve 1926’da yazdığı “Eğitim ve iyi hayat” kitabında çocuğun kendi gayreti ile ulaştığı başarıdan dolayı ne kadar sevindiğini yazar ve aynı kitapta Montessori’yi övüyor.

 

Montessori eğitim felsefesinin temelinde barış ve çevre eğitimi önemli bir yer tutuyor. Bunlar ayrı birer eğitim olarak değil diğer değerler gibi çocuğun günlük yaşamını geçirdiği çevresinden emerek edindiği kazanımlardır. Bu nedenle çocuklar barışçıdır, problem çözerler, huzurludurlar.

 

1938 yılında Maria Montessori Cenevre’de Milletler Cemiyetin’de bir konuşma yapmak üzere davet edildi. Konuşmasının konusu “Eğitim ve Barış” oldu. İnsanların hala bir savaşın içine onları hangi güçlerin sürüklediğini anlayamadıkları için buna karşı savunmasız olduklarını dile getirdi ve savaşların çocuklar ve eğitim sayesinde önlenebileceğini söyledi.

 

Gereksiz rekabet duygusuna karşı

 

Maria Montessori her bir insanın diğerine bağımlı olduğunu ve her insanın diğerinin var olmasına katkıda bulunması gerektiğini düşünür. Bu hedefe ulaşmak için çocuklarda “şükran ve sevgi duygusunun” uyandırılması gerekir. Çocukların henüz anlayamadıkları bir zamanda onlara not verilerek, yarışma ortamına sokularak gereksiz bir rekabet duygusu verilmesine karşıdır. Böylece çocuklara kendi dışlarındaki her şeye saygısızlık aşılandığını, sadece kendilerinin önemi, kendi duyguları ve bencillik duyguları körüklenerek çocukta “biz” duygusunun gelişimi engelleniyor. Çocuk bu durumda kendisini tek ve tüm haklara sahip ve yalnız hissediyor. “Biz” düşüncesi sadece kendisi, en fazla kendi ailesi, arkadaşları, meslek gruplarında anlam bulur. Oysa Montessori felsefesinde çocuğa verilmek istenilen “biz” duygusu tüm evrenin bir parçası olduğu bilincidir.

 

Montesori’nin doğal olarak günümüzde yaşanan ekolojik krizden haberi yoktu. Sadece iki dünya savaşında olanları duydu. Dolayısıyla insanın dünya ve orada var olan her şey için sorumluluk duygusunun uyandırılarak onu üstlenmesi gerektiğini düşünüyordu. İnsanın kainatta milyarlarca yıl süren sonsuz çabalarla ve yaratıcı güçlerin sayesinde ortaya çıktığını düşünüp, insanoğluna ne kadar harika bir varlık olduğunu bildirmek ama aynı zamanda bunun sorumluluk bilincinin de uyandırılması gerektiğini söylüyordu.

 

Montessori felsefesinin temellerini unutmadan açılmış okullar ancak onun hedeflediği ruh sağlığı yerinde çocuklar yetiştirebiliyor. Ülkemizde de böylesi okulların çoğalması en doğal arzumuz. 

Please reload

bottom of page